30 Aralık 2010 Perşembe

2010'u uğurlarken...

        Kaç zamandır yazamadığımın farkındayım ve bu beni üzse de geçerli sebeplerim vardı. Son günlerde CemRe Cafe'de işler her özel günde olduğu gibi son dakika siparişlerinden ötürü yoğunlaştı. Mutfakta geçen saatlerim biraz arttı ama şikayetçi değilim, mutfakta olmaktan memnunum. İnsan kendini dinlemeyi bırakıyor, tüm dertleri dışarda bırakıp geçiyorsun tezgahın başına. Acaba yeni hangi baharatı katsam yakışır bu yemeğe diye düşünmekten hayatın derdi tasası gelemiyor aklına.
    Peki bu hafta neler yaptım? Ablam ve yeğenlerim hasta olduğu için biraz canım sıkkın ama iyileşecekler buna inanıyorum..Haftasonu Cem'le kendimize biraz vakit ayırıp yılbaşı hediyeleri almaya çıktık. Bu sene sadece yeğenlerimize hediye aldık. (bu arada ben Cem'e de bugün hediyesini aldım hatta dayanamayıp verdim bile :)
   Salı günü iş çıkışı Tuğba-Levent-Tolga bizi ziyarete Cafeye geldi. Tolgacığa üstündeki hırkayı hediye aldık amcasıyla, bızdığımıza çok yakıştı (maşallah). Tam anlamıyla "küçük adam" oldu :)




     Onlar için özel damla çikolatalı-üzümlü kurabiyemden yaptım. Çayın yanına iyi gitti sanırım..    Bugün, öğlen annem-ablam ve ben kendimizi Tunalı'da alışverişe verdik. Öyle kıyafet falan değil yiyecek alışverişi, ordan da Cafe de Cafe'de yemek yedik. Yenilik olsun diye İtalyan tarzı yaptıkları pizzayı denedik. Yanında ızgara hellim salata, üzerine de tatlı olarak çikolatalı kek. Pizza fena değildi, biraz malzemeler azdı özellikle pizza sosu. Salata leziz ve doyurucuydu. Tatlı ise paylaşmak için yeterince büyük değilmiş bunu gördük :( Yemek sonrası CemRe Cafeye döndük çay-kahve keyfi, dedikodu...
      Veee geri sayıma başladım. 2010 rüzgar gibi geçti, 1 yıla ne çok şey sığdırdım ben bile inanamıyorum kendime.
      Yarın için enerji toplamam gerek, yılın son günü enerjiminde sonu..Yeni yıl demek yeni başlangıçlar demek. Yeni yıl için dileklerimi kafamda oluşturmaya başladım bile...

             PS: Yarın yoğunluktan yazamazsam şimdiden hepinize sağlık, mutluluk, huzur ve neşe      dolu bir yıl geçirmenizi dilerim   :)
Sevgiler...


26 Aralık 2010 Pazar

Ailecek Pazar Kahvaltısı

2010'un son pazar kahvaltısı...Annem ile babam İstanbul'da ev alıp yılın çoğu ayını orada yaşamaya başladıklarından beri hasretlikte başladı. Bazen ayrılıklarımız çok uzasa da her fırsatta ya onlar Ankara'ya geliyor yada biz İstanbul'a gidiyoruz.Hoş bizler için fena da olmadı; ablamla bana yeni bir kapı açıldı, her fırsatı İstanbul'a kaçmak için kullanabiliyoruz. Ama ne yalan söyleyeyim çok özlüyorum annemle babamı..
25 sene beraber yaşadıktan sonra evlenip evden ayrılsak ta anne-baba ocağının yeri ayrı oluyor. Şımarabildiğim, nazımın daimi geçtiği yer onların yanı.
Neyse yılbaşı bahane torunlar şahane sloganıyla annemle babam eve döndüler bu haftasonu. Torun olunca pabuç dama atılıyormuş bu bir gerçek. Sen zannediyorsun ki sen evlatlarısın, senin yerin ayrı, ilk gözağrısısın yada onlar yokken sen vardın..Amaaa kocaaa bir yalan bu! Torun evlattan tatlı oluyormuş. Yoğun programlarının  ardından ve 1 aylık hasretten (bayramda biz gitmiştik İstanbul'a vee seneler sonra tüm aile; ablamlar,annemler ve biz bir aradaydık vee süperdi) sonra bu sabah kahvaltıda annem ve babamla buluştuk. Anneciğim çayı mis gibi demlemiş, sokak simidini de almış.




Sucuk, reçel ve nutellayı da biz götürdük.(onlar şeker hastası olduğu için  bu gibi gıdalar aslında yasak ama ayda yılda bir kereden bişi olmaz)





Kallavi soframızda; peynir çeşitlerimiz; tulumu, kaşarı, ezinesi, tuzsuz dil peyniri, zeytinlerin siyahı çiziği, domatesi, biberi, ben rafadan yemiyorum diye omletim..Hmmmm bir güzel oturduk, afiyetle yedik, sohbet muhabbette üzerine kaymak oldu...

Annemlerden ayrıldıktan sonra da Türközü pazarına gittik Cem'le. Allahım pazara gitmeye bayılıyorum, herşey rengarenk, tüm meyve-sebzeler taptaze ayıklanmış. CemRe Cafe'nin haftalık menüsü için kuzu ıspanaklar, sebze çorbası için kerevizler, havuçlar,patatesi-soğanı, sarmalık lahanayı ve mis kokulu mandalina ile anamur muzunu da attık sepete...ver elini sıcak yuvamız. malum bugün pazar ve bizim dinlence günümüz. her zaman ki gibi çamaşır işini hallettik ve kendimizi koltuğumuza attık.. şimdi biraz kitap keyfi.. Bab-ı Esrar iyice sarmaya başladı malum..

Hepinize ailenizle geçireceğiniz sıcacık 2010'un son pazar keyfini diliyorum...
                                                   :)

22 Aralık 2010 Çarşamba

biraz kitap, biraz film...

Bıraktığım yerden devam etmem gerekirse; pazar akşamüstü yemek dönüşü evde Cem'le DVD keyfi yaptık. Hazır kebapları götürmüşüz, üzerimize ağırlık çökmüş, gömüldük koltuğumuza kiraladığımız Inception




adlı  Leonardo DiCaprio'nun filmini seyrettik. Filmin değişik bir konusu var..İnsanların rüyalarında bilinçaltına giriliyo. Etkileyici bir filmdi..Her ne kadar Leonardo 'yu pek beğenmesem, aksiyon filmleri yerine romantik komedileri tercih etsem de izlenebilitesi olan bir film..Tavsiye ederim yani..
Bu arada neden sinemaya gitmeyip DVD kiraladığımı merak ediyorsanız; öncelikle sinema ve tiyatroyu severim ancak 2 kişilik bir aile olarak sinema ve özel tiyatroların fiyatları beni rahatsız ediyor. Seyretmesi keyifli olsa da bu denli fahiş fiyatlı olmaları bana ters geliyor, kısmen de olsa kendi kendime protesto ediyorum..Gösterime girdikten biraz sonrada olsa takip edip, seyretmeye gayret ediyorum..
Bu arada küçük bir not: geçen haftasonu da Robin Hood




ve Sex and The City 2'yi seyrettik..




Robin Hood için " ehh işte" derken, Sex and The City 2 için acaip keyifli, komik ve güzel vakit geçirten bir film diyebilirim. Dizinin müdavimi olduğum için konu beni sardı özellikle Samantha Jones beni gülmekten çatlattı :)

Pazartesi artık, "Türkan Tek ve Tek Başına"




kitabını bitmesin diye okumamak için kendimi tutsam da bitirdim. Çok ama çok etkileyici bir kitap, şiddetle herkese tavsiye ediyorum. İnsan Türkan Saylan'ın hikayesini okuduğunda kendini "ben boşuna yaşıyorum" gibisine hissediyor. İdealleri için, ülkesi için bu denli kendini paralayan birine son döneminde yapılanları ise içime hiç sindiremedim. Yaşadıkları, çabaları öyle insanüstü ki etkilenmemek elde değil.. Ayşe Kulin'in kitaplarını oldum olası çok beğenirdim ama bu kitabın yeri bende ayrı..Yeni kitabıma da hemen dün başladım..Ahmet Ümit'in Bab-ı Esrar..(Tuğbacım sağolsun önerdi ve bana kitabını ödünç verdi) İlk defa Ahmet Ümit okuyacağım ama konusu beni çekti malum Tebrizli Şems. Elif Şafak'ın "Aşk" ını okuduktan sonra Mevlana ve Şems beni çok etkilemişti..Hatta o kadar etkisi altında kaldım ki tam Ramazan Bayramı öncesi bitirmiştim kitabı, tutturdum Cem'e beni Konya'ya götür diye..Bayramda günü birlik karı-koca kültür turu yapıp Mevlana'ya gittik.. Bu gezi serüvenimizi bir sonraki yazımda detaylı anlatacağım
Söz...

20 Aralık 2010 Pazartesi

Yılbaşı Ağacım...



Bugünün pazartesi olmasından mıdır nedir sendromdayım herhalde..
Yılbaşına 10 gün kaldı ama hala bende bir heyecen, hazırlık, hayaller, dilekler yok. bu sene hayaller bana gelemedi :(
Eskiden 1 ay öncesinden o gece için programlar yapmaya başlardım, ne giyicem, nereye gidicem?? evi süslemeye başlardım.


şimdilerde hiç öyle bir telaş yok içimde. İte kaka bugün CemRe Cafemize yılbaşı ağacımızı getirdim ve süsledim..galiba yavaştan içimde kıpırdamalar başladı :)




19 Aralık 2010 Pazar

Pazar Keyfi...

Pazar günlerini oldum olası sevmem  nedense..Bana hep çocukluğumu hatırlatır; evde annem çamaşırları yıkar asar, ben ödevlerimi son güne bıraktığımdan sıkışmış bir şekilde karın ağrısı çekerdim. Babam evde olurdu pazar günleri, onu eşofmanlarla evde görmek...
Özellikle kış aylarında pazar günleri daha bir çekilmez oluyor; hava kapalı ve soğuk, kasvetli. CemRe Cafe'yi açtığımızdan beri tek tatil günümüz olan pazarı daha çok evde dinlenmeceyle geçirmek istiyoruz. bu özellikle benim tercihim çünkü haftanın yorgunluğu çöküyor üstüme. ama genelde bu dinlence koşturmacaya dönüyor. malum pazartesi temizlik var o yüzden çamaşırlar yıkanmalı, ev için hatta varsa cafe için alışveriş yapılmalı. ee biraz da kendimize vakit ayırmalı; tv de magazin seyredilmeli, c.tesiden kiralanan DVD ler izlenmeli, biraz uyunmalı..
Pazar günlerinin en sevdiğim yanı ise geç ve doya doya yapılan kahvaltılar.. saati kurmadan kendi irademle uyanmanın keyfini biraz da yatak keyfi yaparak çıkarmak..kallavi kahvaltı sofrası kurmak; sucuk kızartmak, simitçiden sokak simidi almak, demleme çay içmek... bu keyif saatinden sonra gerçek dünyaya dönüyoruz ve koşturmaca çamaşırla başlıyor..
Bugün farklı olarak geç kahvaltı ve çamaşır faslından sonra kendimi koltuğuma attım ve son dönemde elimden düşüremediğim kitabıma " Tek ve Tek Başına Türkan" gömüldüm.


kötü bir huyum var; eğer bir kitap beni sararsa bitecek diye okumaya kıyamıyorum..garip ama bitsin istemiyorum kitap. kitap keyfime Cem ve anneannemiz Ayşe sultanla kebap keyfi için ara verdim. daha önceden sözleştiğimiz üzere Emek'teki "52 Ciğer"e gittik.( biz ailecek ciğer 52 deriz) buraya gitmeye başlayalı herhalde 15 sene olmuştur. İlk kez babam keşfetmiş ve bizi götürmüştü. ( bu arada babam hakiki bir gurmedir benim için; nerde köhne ve lezzetli yer var ,bilir) o zamanlar şimdiki gibi her köşebaşı kebapçı değildi tabii. İlk gittiğimizde garipsemiştim..tıklım tıklım, masalar birbirlerine bitişik adım atacak yer yok, ufacık tahta sandalyeli bir yerdi..Şimdilerde dükkanı büyüttüler, güzel bir bahçe yaptılar, sandalyeler, masalar modernleşti.






Adına aldanıp ta ciğer yiyoruz sanmayın. Burda çöp şiş yenir..



Fırından yeni çıkmış lavaşa çöpler çekilir, içine ezme ve soğan konur üstüne de azcık kimyon, yanında kendi yaptıkları yayık ayran..üstüne kaymaklı kadayıf ve çay...




hhmmmm yemede yanında yat durumu.
Emek'te bir sürü kebapçı var; Şanlı Edessa, Recep Usta gibi isim yapıp birçok şubesi olan. 52 Ciğer'in başka hiç bir yerde şubesi yok. Şiddetle tavsiye edebileceğim bir yer.Sıcağı sıcağına paylaşayım dedim..şimdi DVD zamanı..
Hepinize keyifli pazarlar...

18 Aralık 2010 Cumartesi

Kız Kıza Casita Gecesi

Daha önce bahsettiğim üzere kız kıza buluşmamızın ilkini gerçekleştirdik dün gece..Hepimiz beyleri ve çocukları (ki benim çocuğum yok ama 2 küçük kaplumbağam var) evde bıraktık, süslenip püslenip yemeğe çıktık. Tuğba'nın merakı üzerine seçtiğimiz yer Casita'ydı. Bilinenin aksine İspanyolca değil İtalyanca olan Casita'nın anlamı küçük evmiş..Bodrum ve İstanbul'dan sonra yaklaşık 1 sene önce açılmış Ankara şubesi..Filistin caddesindeki mekan; çok şık, designı profesyonelce yapılmış sıcacık bir ortama ve güleryüzlü personele sahip..


Önceden yaptığımız araştırmalar sonucu Feraye Mantısını denemek farz olmuştu.. Feraye ismi Müzeyyen Senar'ın kızından alınmış olan mantının özelliği birçok çeşidinin olması..peynirli, ıspanaklı, patlıcanlı, patatesli, tavuklu..Mantının yanı sıra et yemekleri ve salatalar da mevcut..Ben Trio denen 3'lü tabakta Feraye mantısı çeşitlerini,


 Tuğba sadece Feraye mantısını, ablam Damla ise Pampa adındaki et yemeğini tercih etti. Siparişler hızlı ve sıcak geliyor. Benim seçtiğim Trio da tavuklu, haşlama Feraye ve klasik Feraye vardı. Lezzeti fena değil ama benim damak tadıma uymadı pek. Keza mantı işinde olan biri olarak ben Feraye'nin içindeki eti çok sade ve baharatsız buldum. Bir kere kıyma değil et olması işi değiştirmeye yetmemiş çünkü ete lezzet verecek soğan, domates, biber ya da baharat tarzı birşey yoktu. Tavuklu da aynen sade tavuktan oluşuyor. Haşlaması ise bildiğimiz Kayseri mantısından farksızdı. Damla'nın yediği et lezzetliymiş ben tatmadım ama sadece sosunu denedim. İçinde sanırsam fesleğen ve köri vardı ve lezzetliydi. Yemeklerimizin üstüne meşhur Huysuz Virjin ve Kağıt Bebek tatlılarını denedik.



Benim favorim Huysuz Virjindi açık ara..Kısmen bizim yaptığımız Pişi tarzında hamur kızartılıyor ama farklı olarak hamuru yufka kadar ince, üzerine kıvamı çok güzel şerbet dökülüp vanilyalı dondurma ile servis ediliyor..Tatlıların sunumu yemeklerinkinden daha görsel şölendeydi. Çay-kahve ikramları çok sade. Sonuçta mekanın ambiyansının yanında bizim denediğimiz yemekler sönük kaldı. Çok şık bir dış mekana sahip olan Casita bence yaz aylarında da denenmeli, belki pazar sabahı bir kahvaltı bile olabilir..
Bu güzel, sıcak ortamda sohbet te çok güzeldi. Bu ilk toplanmamız,


bir fire vermemize rağmen (Tuğba'nın kardeşi Ahu bize katılamadı) keyifli bir gece geçirdik. Malum kız toplantılarında konuşulan yemek tarifleri, çocukların bakımı, iş hayatlarımız, dedikodu vs.. saatin nasıl geçtiğini anlamamıza engel oldu..
Bu toplanmaları daha sık yapma kararı alarak vedalaştık... (hatta 2. toplantımızı nerede yapacağımızı bile kararlaştırdık gibi)
Bu arada buluşmalarımız herkese açıktır; bizim gibi kız kıza toplanmayı özleyen ve seven herkes davetlimizdir :)

17 Aralık 2010 Cuma

Bölüm 1...

Fırtınalı bir Ankara günü...öyle bir rüzgar var ki önüne kattığını alıp götürüyor..bugün kedilerim de gelmez oldu rüzgardan mı ne?? şanslarına bugün menüde nohutlu pilav üstü tavuk vardı..tavuk kemiklerini, derilerini onlara ayırmıştım oysa..neyse akşam gelirler belki...



Konu başlığından anlaşılacağı üzere CemRe Cafe hakkında daha doğrusu bu ufak ama "bizim" diyebileceğimiz 2.adresimizin hikayesine giriş yapacağım...
Bundan yıllaarrr yıllaarrrr önce sanırsam lisedeydim.. içimden hep bir gün ufak bir cafe açıp içinin mis gibi kahve, kek, kurabiye kokmasını geçirirdim. Sonra büyüdüm, üniversite hayatım hareketli  Bilkent İç mimari günleriyle başlayıp İstanbul'da Bilgi Üniversitesi Sosyoloji bölümünde son buldu.. derken Bilkent döneminde tanışıp İstanbul maceramda da devam eden eşimle ilişkim okulun bitmesiyle resmiyete kavuştu. (sanki daha önce gayri resmi bi ilişkimiz vardı da!) o dönemde saçma sapırdak işlerde çalışıyordum ayrıldım..nişanımızın ertesinde sevgili kayınvalidemi kaybettik:(( eşim daha askere gidememişti biz nişanlıydık.derken düğün tarihi aldık hazırlıklar koşturmaca 2005 yılının 21 mayısında biz dünya evine girdik..:)) 2 ay sonrada Cem askere gitti ve ben evde 5 ay 5 gün onu bekledim :( kışın ortasıydı döndü ve biz hayatımıza başlayabildik en sonunda..
evlilik hayatımız tam bir hayat paylaşımıydı..ya ben işsiz kalıyodum ya Cem..ee hayat müşterek arada dinlenme dönemlerimizden sonra ve benim sabır ve enerji isteyen işlerimin nihayetinde yine işsiz kaldığım o günlerden birinde Cem'in beynini yemeğe başladım.. kendi işimi yapıcam!! çok itiraz etmesine karşın 6 ayın sonunda benimle dükkan bakmaya geldi veeee işte şu anki cafemiz CemRe Cafe doğduuu 20 Nisan 2010 :)

Cem bu dönemde özel bir firmada çalışıyordu, bütün işlere ben koşturdum.. tabii en can alıcı noktamız Cem çalıştığı yerden 1 sene önce ayrıldı artık kendi mesleği olan Profesyonel Rehberliği yapmaya karar verdi ve boş kaldığı dönemlerde şuan cafede birlikte çalışıyoruz..
Bunları yazarken hey gidi günler heyy diyorum..bu hayali paylaştığımda çevremdekiler hep hayal olarak düşünüyordu ama oldu..demek ki neymiş "birşeyi çok ama çok istersen olur"..
Tabii şunu da belirtmeliyim ki cafe dediysem alıştığımız tarz bir ortam yada cafe concepti yok..günün şartları, ticaret hayatı sizi nereye sürüklerse oraya gitme mecburiyetindesiniz..benim o kahve, kek, kurabiye kokumun yerini ev yemeği, gözleme,sarma ve bize özel "bohça mantısı"


kokuları aldı..ama olsun başlangıç için şuan bununla yetinmeyi biliyorum.çünkü hiç deneyimim olmadan bir işe girdim ve bu benim başlama noktam..şuan pişiyorum ama az kaldı çünkü hayallerim daha bitmedi...
bu arada küçük bir anı: geçenlerde Cem'e hayatıma renk katmak istiyorum, bir kursa yazılmayı düşünüyorum dedim hiç ses vermedi..oldum olası fotoğraf çekmeye bayılırım bu işin raconunu öğrensem mi diye kurs araştırdım, Ocak ayında açılacakmış. Cem'e ben haftasonları fotoğrafçılık kursuna gitmeyi düşünüyorum Ocak'ta dedim, aldığım cevap " niye??fotoğraf stüdyosu mu açıcan sonra?" dedi. adamcağız napsın benim hobilerim bir süre sonra işim olmaya başladı yaa korktu canım benim, bunu da meslek edinirim diye :)))
yaa işte böyle arkadaşlar, içimden geldi anlattım...

16 Aralık 2010 Perşembe

Kız Kıza...

Offf Ankara'da kapkara bir gökyüzü... böyle havalarda içim o kadar sıkılır ki oldum olası..ben güneşli, ılık havaların kadınıyım. böyle havalarda evde olasım var..üstümde eşofmanlarım, ayaklarımda pofidik çoraplar, kanepemde battaniyenin altında, başucumda yeni demlenmiş çayım...ya televizyonda romantik bir film yada elimden bırakamadığım kitabım.. hmmm içim gitti bak yazarken kendimi dükkanda zor tutuyorum şuan :(

Bugün yemekleri teslimden sonra (söz verdim biliyorum CemRe Cafe olayını anlatacağım detaylı) ablama uğradık. Bora (1.yeğenim; kendisi yakışıklılık abidesi) yuvada olduğu için onu göremedim.
Ama Buse (2. yeğenim; kendileri elektrikli prensesim..resminden ne demek istedimi anlarsınız.) evdeydi..


sohbet, muhabbet, dedikodu derken aklıma eltim Tuğba'nın geçenlerde bahsettiği bir cafeye yemek organizasyonunu başlattım..ablam olur verdi sıra Tuğbaya haber vermeye geldi. Allah'tan cuma akşamı onun da başka programı yokmuş ta o da olur verdi hatta daha da güzel bir fikirle kardeşini de çağırdık..eğer herşey yolunda gider, hava da bozmaz kar falan yağmazsa yarın akşam Casita diye bir cafede mantı yemeğe gidicez..Ablalar- kardeşleri programımız hazır da komik tarafı benim işim yemek yapmak daha da can alıcı noktası "Mantı Kızartması" yapmak. Komşunun tavuğu komşuya kaz görünür misali CemRe Cafe'deki "Mantı Kızartması" yerine Casita'da mantı yiyeceğiz..
Söz verdiğim üzere işim yani CemRe Cafe'yi anlatacağım..gerçi bu konu birkaç bölümden oluşur ya..Bölüm bölüm sizlere kendimden ve işimden bahsedeceğim.
Arkası sonra...

15 Aralık 2010 Çarşamba

büyümek

İnsan bazen herkesten, herşeyden kaçmak, tekrar çocuk olmak istiyor..İkizler burcundan kaynaklı mıdır nedir ruh halim çok değişken. Değişen ruh halime bazen kendim bile ayak uyduramıyorum hatta anlam veremiyorum..
Kararlar alıyorum sonra ne hikmetse aldığım kararı kendi kendime çürütüp vazgeçiyorum. (umarım blog konusunda da vazgeçme durumu söz konusu olmaz!) Durmadan fikir uçuşması halindeki beynimin hızına yetişebilmek ne mümkün. Son günlerde yine yeni yeniden farklı konulara el atmak, değişik deneyimler edinme peşindeyim. Hayatım durmadan monotonmuş gibi geliyor bana..Aslında kiminki değil ki..
İnsan büyüdükçe (buraya dikkat büyümek, yaşlanmak değil kesinlikle) hayat seni ne tarafa çekerse gitme durumu söz konusu. Genç-delikanlı çağlarımızda öyle mi? Aileye, okula, hayata karşı durmalar, asi tavır ve davranışlar..Asilik tamam benim de ruhumda var ama sanırsam yaş ilerledikçe "sorumluluk" ve "risk alma cesareti" de tam tersi oranda azalıyor. Sonucun ne olacağını düşünmeden yapılan davranışlar yerini "bu yaştan sonra yapılacak şey değil, bana yakışmaz, elalem ne der"e bırakıyor.. zaten ne geliyorsa başımıza; bu elalemin ne diyeceğinden geliyor. kendimizi kısıtlamalar, kahkahalar yerini ufak tebessümlere bırakıyor. örneğin geçen gün başıma gelen bir olayı paylaşayım...
Harikulade kar yağmış, Ankara beyaza bürünmüş, bizim dükkanın (CemRe Cafe: bu detayı sonra bir ara anlatırım) bahçesi pürüzsüz kar örtüsüyle kaplanmış.. yemek işlerimizi, temizliğimizi bitirdik, taptaze çayı demlemeye bıraktık, kardan adam yapma hevesiyle bahçeye attık kendimizi..(küçük bir not: ben çocukken kar topu, kardan adam yapmak daha kolaydı, küresel ısınmanın etkisinden midir bilmem karın cinsi de değişti. sıkıştırıp top haline getiremiyosun bir türlü) neyse ufak, yamuk yumukta olsa kardan adamı ortaya çıkardık gözler zeytinden, havucu harcamamak için burunu da sigara izmaritinden yaptık..sıra geldi en sevdiğim kar sefasına; pürüzsüz kar birikintisine sırtüstü yatıp izimi çıkarmaya.. o da ne eşim tepemde "ne yapıyosun sen, hadi içeri gir hasta olucan, yatılır mı kara, çevredekiler bakacak sana.." ve bilimum ebeveyne özgü fırçalama teknikleri kullanıldı..tabii ben küçük suçlu bir kız çocuğu misali dudak büküp dükkana girdim..aslında çok açık görüşlü, her türlü şamataya açık, esprili bir adamdır Cem..ama işte yaş ilerledi, onunla çıkarken Seğmenler parkında poşetle kaydığımız günler unutuldu ve sorumluluk sahibi, evimin erkeği ortaya çıktı..
Büyümek zor zanaat mirim :( omuzlarda istem dışı oturtulmuş roller, sorumluluklar...

Tam ortası...

Bugün ayın 15'i ve Çarşamba...Ne anlamı var demeyin hem haftanın tam ortası, hem de ayın ortası...
Haftasonuna 2 gün, yılbaşına 15 gün kala insan hep mi tatili bekler? Her günü tatil tadında yaşamak gerek aslında...
Gününüzün iyi geçmesi dileğiyle...

14 Aralık 2010 Salı

Benim Mutfağım...

Öncelikle belirtmeliyim ki blog adına aldanıp ta "mutfak" kelimesinin gerçek anlamını kullandığımı sanmayın. Benim mutfağımda sadece yemek pişmeyecek; yer yer yemek tarifi, resimleri kullanabilirim ama asıl isteğim bu sayfalarda yemekten çok, Benim, arkadaşlığımızın, paylaşımlarımızın pişmesi...(umarım dibimiz tutmaz :)
Başlarken tereddütlerim olmadı değil..acaba neler yazacağım, yazdıklarımı okuyan olacak mı ya da bana katılacaklar mı?? yazmak benim için paylaşmak demek.. belki bir yerlerde sesimi duyan olur ümidiyle yazmaya devam edeceğim..
Günlüğümde özellilkle paylaşmak istediklerim; gezdiklerim-gördüklerim, yediklerim-içtiklerim, okuduklarım-seyrettiklerim, yaptıklarım- yapamadıkların daha doğrusu daha yapmadıklarım..
Yol gösterici değil yol arkadaşı olmak istiyorum, bu satırları okuyanlarla birlikte yürümek...


13 Aralık 2010 Pazartesi

Hoşgeldim...

Sonunda bendeniz de katıldım bu furyaya..Blog sahibiyim artık..Hoşgeldim, hoşbuldum..
Bilgisayar programlarından anlamayan biri için en güzel başlangıç bence blog oluşturmak..Deneye deneye sayfaları düzenlemek, olmadı baştan başla derken sonunda başarmak ama nasıl başardığını unutup tekrar kurcalamaya başlamak..kısır döngü anlayacağınız benim için bu iş ama olsun keyifli..
Blog oluşturma ihtiyacım bir psikoloğa gitmektense günlük tutsam nasıl olur diye düşünürken ortaya çıktı..Tabii kalem kağıtla yazmak başka ama bu da tam bir günlük tutma yöntemi..hem böylece başkalarıyla da paylaşabilirim yazdıklarımı..günlüğümü evde saklayacak yer aramaktansa :)
Umarım benim paylaşımlarımı benimle paylaşacak eski-yeni arkadaşlar bulurum kendime..Yalnız kalmak istemem buralarda :(
Özdemir Asaf'ın dediği gibi " Yalnızlık paylaşılmaz, paylaşılsa yalnızlık olmaz"...