18 Mayıs 2011 Çarşamba

isyankarım, öfkeliyim ve yorgunum...

Günler oldu yazamayalı...
Geçen hafta griple, sosyal aktivitelerle geçti göz açıp kapayana kadar..
Bugünse çok uzun yazabilecek takatim yok maalesef..
İyi şeyler paylaşmak, gittiğim restaurantları,
İzlediğim tiyatro oyunundan bahsetmeyi çok isterdim ama inanın
ruhum öyle yorgun ki..
Kolum kalkmıyor, içimden hiç birşey yapmak gelmiyor..
Depresyonun eşiğinde kendimi negatifliklere, hastalıklara,
üzüntülere kaptırmamak için çabalıyorum..
İsyankarım...
Yalnızlığıma..
Çevremin bu kadar kalabalık olmasına rağmen, kalabalıklar içinde yalnızım..
Eşimden ayrıyım bir kanadım kırık zaten..
Bir de tüm kötü haberler, olaylar üstüste gelmek için sözleşmişler ya..
Her günümden ders alırım ben; son günlerde de yaşadıklarımdan öğrendiğim birkaç not:

- Yalnız kalma..Birçok dost biriktir, ne zaman ihtiyaç duyacağın belli olmaz.
- Negatif insanları, haset olanları yanına yaklaştırma ne kadar yalnız kalsanda, çünkü kötülük bulaşıcıdır..
- İsyan etme; her zaman Allah'a sığın ne dileyeceksen ondan dile, el'den sana fayda bir yere kadar..
- Ağlamak geliyorsa içinden tutmayacaksın kendini, içine atmayacaksın hiç birşeyi..
Daha çook şey anlatmak, paylaşmak isterdim ama dediğim gibi
yorgunum..
En kısa zamanda iyi haberlerle aranıza dönmek üzere..

4 Mayıs 2011 Çarşamba

day one in istanbul...

Geçenlerde söz verdiğim üzere hazır vakit yakalamışken
Turist Ömerler olarak İstanbul maceramızı paylaşmak istedim..
Efenim malum çarşamba akşamüstü vardık İstanbul'umuza ve babama.
Eve yerleşme sonrası attık kendimizi hemen Bağdat Caddesine..
Sevgili arkadaşımız Alp'le buluşup bir kahve molası verdik Starbucks'ta..
Akşam yol yorgunluğumuzu atmak ve bir sonraki güne hazırlanmak üzere daldık
rüyalara :)
Sabah vakitlice kalkıldı, babamızla kahvaltı keyfinden sonra seyyahlar
koyuldu yollara..
Caddeden dolmuşla Taksim'e geçme gafletinde bulunsak ta boğazın keyfini yüksekten çıkardık.
İstiklal'e vardığımızda önceden aldığımız karar doğrultusunda
flört dönemimize geri dönüp, aşkımla gittiğimiz tüm noktalara uğrandı..
tramvaya binmek istemedik malum İstanbul'un yürüyerek keyfi çıkar..

Hava serindi, sokulduk aşkımla birbirimize verdik kendimizi İstiklal'den aşağıya doğru...

Saatin 11 olmasından ötürü kalabalık oluşmadan, tenhadan arşınladık yolları.


Önce sık sık gittiğimiz cafeye uğradık, baktık hala duruyor mu? diye..



"Zencefil" bizim favori mekanımız; özellikle vejeteryanlar için idealdir
çünkü hiç bir yemekte et kullanılmaz.
Sebze ağırlıklı ve değişik lezzetlere sahip bir mekan..

Sonra babam vasıtasıyla öğrendiğim, öğrencilik hayatımda tencere yemeği 
özlemimi bastırdığım, kompostolarıyla meşhur Hacı Abdullah'a selam verdik.

 

Buradan da geçip kendimizi Atlas Pasaj'ında oradan da Saint Antoine Kilisesinde bulduk.
Burasıda Allah'ın evi diyerek dualarımızı ettik :)




Geldik Çiçek Pasaj'ına.. O ne muazzam yapı öyle, içerisi sizi Avrupa'da bir yere gelmişçesine kucaklıyor :)



Veee Tünele ulaştık sonunda..
Cahilliğim hat safhada ilk defa tünele girdim, ama ne yapayım ben ne zaman
gitsem ya tünelden geri meydana çıkıyorduk yada tünel kapalı oluyordu o saatte.
Geç oldu ama güç olmadı, görmedim, binmedim demem.
Çıktık tünelden verdik kendimizi Galata Köprüsüne..
Bir ilk daha yaşandı aşkımla; Galata'dan el ele yürüyerek karşıya geçmek :))


Biraz soluklanmak için oturduk bir banka, seyre daldık manzaraya..



Kısa bir molanın ardından beklenen an geldi çattı..
Mısır Çarşısı..
O ne kalabalık, o ne renk cümbüşü, o ne missss kokular öyle :)
İnsanın alacağı yoksa da al benisi yüksek bir mekan.
Turist kalabalığının arasından bulduk kendimize göre bir baharatçı..




Güleryüzlü hoş sohbet personeliyle insanı cezbediyor.
CemRe Cafe için adet yerini bulsun diye yenibahar almaya girdiğim
dükkandan elim kolum dolu binbir çeşit baharatla çıktım :)

Aslına bakarsanız kandillerde de aklım kalmadı değil :(




Turumuzun ilk günü daha bitmedi, ama benim yazacak vaktim şimdilik bitti :((
Ben gezerken yoruldum bari siz okurken yorulmayın diye kısa bir
ara veriyorum..
devamı yarınki post ta inşallah..
görüşürüz :))



 

1 Mayıs 2011 Pazar

Ottoman Tulip Season...



Lale cennetinden evime döndüm..
İstanbul maceram beklentimin bile üzerinde keyifli, huzurlu,
eğlenceli ve yorucu geçti.
Yorgunluğumun her zerresine değecek bir gezi geçirmenin huzuru içindeyim.
3 güne neler sığdırmadım ki??
Detaylı gezi maceramızı yayınlamak için can atıyorum.

Sevgilimle birlikte "Turist Ömer" olmanın keyfini çıkardık; flört dönemimize ait ne
varsa nostalji yaptık, gezdik, gezdik ve yine gezdik ;)


Durmak nedir bilmediğimiz bu maceramızda; Anadolu yakası- Avrupa yakası,
İstanbul'un tüm ulaşım araçları hepsini kullanarak çoğu zaman yürüyerek,
tarihi koklayarak biraz geçmişe gidip biraz da gelecek için hayaller kurarak
günlerimizin nasıl geçtiğini anlamadık.
Meğer böyle bir birlikteliğe, tatile, huzura ve iş görüşmelerine ne kadar
ihtiyacımız varmış.
Gezimizde sevdiklerimize, dostlarımıza da vakit ayırmayı ihmal etmedik :)
Hatta süpriz görüşmeler, süpriz bebek haberleri bile aldık :))

İstanbul'un ve Lalelerin tam zamanıydı. Hava kapalı, biraz da serin olsa da yeşilin her tonuna,
mavinin hem puslu hem güneşli haline doyduk.




Aslında doyduk demek, İstanbul'u bitirdik demek ne mümkün?
Ama olsun bu bana ve aşkıma iyi geldi; ruhumuzu, aşkımızı şarj ettik,
süper motivasyonla evimize döndük..
3 gün sonra yeni bir ayrılık dönemi başlıyor aşkım ve benim için.
20 gün ayrıyız iş gereği :(

Önümüzdeki günlerde gün be gün maceramı paylaşmak üzere
şimdilik hepinize keyifli haftasonları :))